31 Aralık 2014 Çarşamba

AFFETMEK NE GÜZEL!

AFFETMEK NE GÜZEL!
Trenle seyahat eden bir adam son derece huzursuz bir gencin yanına oturmuştu. 
Gence sordu;
- Sen kimlerdensin diye.
-  Ben ceza evinden yeni çıkmış bir mahkûmum dedi ve başladı  anlatmaya. Çok üzüntülüyüm çünkü cezaevinde iken ne Annem ne Babam ne de Aile efradımdan kimse ziyaretime gelmediler hatta bir mektup bile yazmadılar. 
Anladım ki bana çok kızmışlar ve benden utanıyorlar. Ama ben yine de çok fakir oldukları için ziyarete gelemediler, okuma yazma bilmedikleri için mektup yazmadılar diye düşündüm , öyle düşünüyorum.  
Fakat içimde ki kurt da beni kemiriyor. Acaba beni affetmişler midir? 
Diye düşünüp  hepsine ayrı ayrı mektup göndererek; eğer beni affetti iseniz şehir İstasyonuna yakın büyük Söğüt ağacına beyaz çaput bağlayınız, yok beni istemez iseniz hiçbir şey yapmayın diye yazdım. 
Eğer söğüt ağacı boşsa batıya doğru yoluma devam edeceğim.
 Tren şehre yaklaştıkça heyecanı büsbütün artmıştı. Bu da yolculuk arkadaşının çok dikkatini çekmişti. Yüzü bembeyaz olmuş ve dışarı bakacak takati kalmamıştı,.
İyi giyimli arkadaşı, istersen ben bakayım dedi. O dakikalar zindanda geçen yıllardan daha fazla sürmüştü. Hüzün ,beklenti, ümit bir arada ;
Arkadaşı , Beş dakika sonra yeni Hürriyetine kavuşmuş, hüzünlü gencin omzuna elini atmış ve Bak Bak Bak .. Diye adeta sevinçle haykırmıştı. Zorla tuttuğu göz pınarlarından bir anda sevinç gözyaşları yanaklarına doğru hızla yol almıştı. Gözleri parlamıştı gencin. Yılların eskitemediği o büyük söğüt ağacı ilk defa bembeyaz kurdeleden çiçekler açmıştı.
Affetmek büyük erdemdir, dedi gizemli arkadaşı. 
Sevinçle sarıldı yeni tanıştığı arkadaşına.     

10 Kasım 2014 Pazartesi

MESCİD-İ AKSA İŞGAL ALTINDA





Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnını koydum
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu

Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes

Burak dolanırdı yörelerimde
Mi’raca yol veren hız üssü idim
Bellidir kutsallığım şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim

Hani o günler ki binlerce mü’min
Tek yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim nebi’ler yüzü hürmetine
Cevaba erişen dualar vardı

Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım

Mescid-i Aksa’yı görüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu

Mehmet Akif İnan

18 Haziran 2014 Çarşamba

RAMAZAN NE DEMEKTİR?

RAMAZAN NE DEMEKTİR?
Mücahid (Rah.) Ramazan kelimesini tek başına kullanmaktan kaçınarak onu Hz. Allahın  kullandığı gibi Ramazan ayı şeklinde kullanmalıyız, buyuruyor. 
Ayet-i Kerimede Ramazan ayının içinde Kur'anı Kerimin  indirildiği zikredilmektedir. Başka bir ayeti kerimede ise " Sizden kim o aya erişirse onu oruçla geçirsin" buyrulmaktadır. Bu şu anlama gelmektedir;  Sizden her kim Ramazan ayının ne kadarında hazır bulunacak olursa o kadarını oruçla geçirsin, demektir. 
Ramazanda yolculukta oruç tutulur mu?
Bakara suresi ayet 184' de şöyle buyruluyor:
(Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.
Ramazanda yolculuk yapan kimsenin orucunu yemesi Allah tarafından ona tanınmış olan bir Ruhsattır. Yolcu olan kimse Ramazan ayında orucunu tutacak olursa borcunu ifa etmiş olur. Orucunu yiyecek olursa  Ramazanın dışındaki günlerde onları kaza eder. 
Ayeti Kerimede Ruhsat yolcu ile hastaya birlikte tanınmıştır. Şayet hasta Ramazanda kendisini  zorlayarak oruç tuttacak olursa orucunun sahih olacağı iyileştikten sonra Ramazanın dışındaki günlerde hasta iken tuttuğu oruçları kaza etmeyeceği hakkında icma vardır. 
Hamza (Rah.) şöyle buyurmuştur: 
Rasulullah (S.A.V)' e 
- Ben, yolcu iken oruç tutmaya güç yetirebilecek biriyim.Benim, oruç tutmamda bir mahzur var mı ? diye sordum. Resulullah (S.A.V) :
- Bu Allah tarafından bir ruhsattır. Kim bu ruhsatı kullanacak olursa güzel bir şeydir. Kim oruç tutmayı severse onun için bir mahzur yoktur, buyurdu.    

BahtiYAR

8 Haziran 2014 Pazar

HİKAYE DEĞİL!... TAMAMEN GERÇEK.

HİKAYE DEĞİL!... TAMAMEN GERÇEK...


Sahihi Buharide geçiyor..
Her yaptığı iyiliği insanların başına kakanlara ithaf olunur..
Bir Sahabe anlatıyor ; Ebu Musa El Eşari ile birlikte otururuyorduk ve o  şöyle  anlattı.
Zat-Ürrika gazvesine gidiyorduk. Kafilenin başında Sevgili Peygamberimiz vardı. İmkansızlıklar okadar çok idi ki. 6 kişiye bir deve düşüyordu ve nöbetleşe biniyorduk. Geceleri dinleniyor gündüzleri ilerliyorduk. Ağustos sıcağı o kadar bastırmıştı ki ayak tırnaklarımız düşmüştü.  Gömleklerimizi, üslüklerimizi ayağımıza sargı yaparak yola devam ettik. Hatta  içimizden bir sahabenin kolu kopmuş fakat sıcaklıktan farkında değildi. Kolunu sadece bir deri parçası tutuyordu. O sahabe de ayağı ile koluna basarak Allahın Resulunun yolundan beni alıkoyma dedi, ve kolunu kopararak yola devam etti. diye anlattı . Ama ardından Allah için yapmış olduğumuz bir şeyi anlattık dedi yüzü kızardı ve çok utandı.   

23 Şubat 2014 Pazar

YEMEK ADABI

YEMEK ADABINDAN BAZILARI








Yemekte dört şey farzdır:
1-  Helal olandan yemek,
2-   Yediği şeylerin Allâhü Teâlâ'nın ikramı olduğunu bilmek,
3-   Allâhü Teâlâ'nın verdiği rızka razı olmak,
4-       Bu rızıktan elde ettiği kuvveti Allâhü Teâlâ'ya isyanda kullanmamak.

Yemekte dört şey sünnettir:
1-  Başlarken besmele çekmek,
2-   Sonunda Allâhü Teâlâ'ya hamd etmek,
3-   Yemekten önce ve sonrasında elleri yıkamak,
4-   Otururken sağ ayağını dikip sol ayağının üzerine oturmak.

 Yemekte dört şey adabtandır:
1-   Önünden yemek,
2-   Lokmaları küçük almak,
3-   Lokmayı iyice çiğnemek,
4-   Başkasının lokmasına bakmamak.

Yemekte iki şey şifadır:
1-   Sofraya dökülen kırıntıları yemek,
2-   Tabağını bitirmek (sünnetlemek).

Yemekte iki şey mekruhtur:
1-  Yemeği koklamak,
2-   Yemeğe üşemek.

Yemeği sıcak yememek, soğumasını beklemek lazımdır. Sıcak yemek lezzetlidir. Fakat bereket soğuk yemektedir.
 Acıkmadan yememeli, doymadan kalkmalıdır.
 Yemeğe azıcık tuz ile başlamalı ve tuz ile bitirmelidir. Meyveleri, çekirdek ve kabuklarıyla bir tabağa koymamalı.
Yemekten sonra yemeğin kırıntılarını toplamak ve sofradan kalktıktan sonra dişlerini temizlemek müstehaptır.
Allâhü Teâlâ'nın rızasına kavuşmak isteyen akıllı kimsenin, azığını gıdasını helalden temin etmesi ve nimetleri veren Allâhü Teâlâ'ya çok şükretmesi lazımdır.

Fazilet Takvimi 23 Şubat 2014 

21 Şubat 2014 Cuma

NAMAZLARINI GECİKTİRMEK... _2


                Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı." Olamaaaazzzz " diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım." Diyordu.
 

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararakalevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?  

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü.."Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar...... Namazım....Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu hiç sürüklemeye devamettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.  

Resülullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler." Buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?" diye düşünüyordu."  

Namazlarım.....Namazlarım....Namazlarım." diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.  

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. 
Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu. Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.  
"Siz de kimsiniz ?" dedi. İhtiyar gülümsedi: " Ben senin namazlarınım."  
"Neden bu kadar geç kaldınız? Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum."dedi....  

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;  
" Sen beni hep son anda yetiştirirdin, ...hatırladın mı?  
Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu. Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu....

LÜTFEN PAYLAŞALIM DUA İLE..


Kaynak :  Islamda Kadın Ve Aile 

19 Şubat 2014 Çarşamba

NAMAZLARINI GECİKTİRMEK...!

Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: 
''Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?'' Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.  

Kendisi ise, nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep... namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim namazı." dedi kendi kendine.  

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu ... 
Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki... hicabından renkten renge girerdi.ve O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. 
Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti öylece....  

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor, soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.  

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek.....  

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...." Şükürler olsun " dedi, kendi kendine ve devam etti; " Gözlerimi dünyaya açtım, Hep hizmet eden insanları gördüm. 
Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. 
Haramlardan kaçındım. "Kirpiklerinden aşağı gözyaşları dökülürken, "Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum." Diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." Diye düşünüyordu. Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi.  

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş,zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu... Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti. Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi.......



Kaynak :  Islamda Kadın Ve Aile 

17 Şubat 2014 Pazartesi

Bir Hadis Bin Nasihat (Hayvan Sevgisi)

Bir Hadis Bin Nasihat  (Hayvan Sevgisi) 




Allah Rasülü (S.A.V) bir gün Medine-i Münevvere'de ilerken bir bahçede son derece cılızlaşmış, karnı sırtına yapışmış bir deve gördü.
      Zavallı devenin bu hali onu çok müteessir etti. Deve, Rahmet Peygamberini  görünce ağlamış ve inlemeye başlamıştı.
Devenin yanına giden 18000 alemin Peygamberi, hörgücünü ve başını okşayarak sakinleştirdikten sonra   sahibini sormuş ve devenin sahibine ;
      "Konuşamayan bu hayvanlar hakkında Allahtan korkun! Besili olarak binin, besili olarak kesip yiyin! buyurmuşlardır."


Süneni Ebu Davud Cihad Bahsi 44. Hadis

16 Şubat 2014 Pazar

Bir Hadis Bin Nasihat

Bir Hadis Bin Nasihat..


Mikdam İbni Ma'dikerib  Radiyallahü Anh'den Rivayet edildiğine göre Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) Buyurdularki; 
 "Hiç bir kimse, asla kendi el emeğinden daha hayırlı bir rızık yememiştir. Allahın Peygamberi Davud Aleyhisselam da kendi elinin emeğini yerdi."
En temiz en helal rızık şüphesiz kişinin kendi el emeği olandır. Bunu  Peygamberler üzerinde de görmekteyiz. Mesela Davud A.s Zırh yapardı, Hazreti Adem çiftçi idi. Hz. Nuh Marangozdu. Hz. İdris Terzi , Hz. Musa Çobandı. Tamamı kendi kazançları ile yetinir ve onları rızık olarak kullanırlardı. Peygamberimizin hadiste Davud A.selamı örnek göstermesinin sebebi , onun çok büyük serveti vardı. Cenabı Hak SAD suresi ayet 26 da onu yeryüzü halifesi olarak addediyor. İmkanı ve serveti büyük olmasına rağmen kendi eli ile kazandığı ile geçiniyordu.  O günde bu günde yarında Sevgili Peygamberimizin buyurduğu gibi en hayırlı kazanç kişinin kendi eli ile kazandığı vesselam ...............

15 Şubat 2014 Cumartesi

Günün Hadis-i Şerifi

Günün Hadis-i Şerifi



'' KİM FARZ NAMAZLARIN ARKASINDA AYETÜ'L-KÜRSİYİ OKURSA
O KİMSE DİĞER NAMAZA KADAR ALLAH'IN
ZİMMETİNDE (HİMAYESİNDE) DİR.''

(Hadis-i Şerif, Taberani, el-Mu'cemul'-Kebir)



SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİN DEDELERİ 3 (MİSAFİRLİK SON )



Anne " Benim kim olduğumu ve babamın kim olduğunu senden öğrenmek istiyorum " dedi. 
Annesi " oğlum neden böyle bir şey istiyorsun " dedi. Sen büyük kral Ef'inin oğlusun dedi.
Ef'i işin doğrusunu söylemesi için Annesine çok ısrar edince , Ey oğulcuğum baban çok yaşlanmıştı, bende bu krallığın bizden başkasına geçmesinden korktum.
Bize Kralların çocuklarından bir genç gelmişti ondan oldun. dedi. 
Ef'i kahyayı çağırda ve misafirlere verdiğin balı anlat bana dedi.
Kahya " Bal arısı oğulu bulunca kovandan bal alıcı kimseleri gördüm . Orada kuru bir kafanın burun deliğinden içine hücum edip doldurduklarını " söylediler.
İşte çanak içindeki bal ondandı. Bende ondan daha güzel bal bulamayınca onu ikram ettim. 
Ef'i sonra aşçıyı çağırttı. Misafirlere verdiğin kebabı anlat dedi.
Aşçı " Çobana koyunların içinden en güzelini göndermesini " söyledim. Derhal çobanı çağırdılar.
 Çoban " o ilk yılda koyunumdan doğan ilk kuzumdu.  Anası öldü ve yalnız kaldı. Benim köpekte yeni yavrulamıştı bende onu diğer eniklerle birlikte köpekten emzirdim", dedi.
Köpekte onu yavruları ile emzirdi. Bende diğer koyunların yanında onun kadar iyisini bulamayınca onu aldım  dedi.
Kral bu defa içeceği hazırlayan adamı çağırdı. Bu içecek nasıldır anlat bakalım dedi.
Adam " senin babanın mezarına diktiğim üzüm asmasındandır ki Arap diyarında onun benzeri yoktur " dedi.
Efi anlatılanların tamamının Nizar oğullarının dediği gibi çıktığını görünce işin aslını onlardan öğrenmek istedi.
Onlarda : Koyunun köpek sütü ile beslendiğini koyun vesair hayvanların yağlarının et üzerinde köpeklerde ise bunun aksi olup koyun kebabında 
köpeklerinkine uygunluk ayrıca köpek kokusu vardı.
Kralın babasının başka bir adam olmasını ise babasının konukları ile birlikte yemek yeme adetine oğlunun uymamasından;
anladıklarını belirttiler. 
 Ef'i gelelim sizin mevzunuza dedi ve malları aralarında  babaları Nizarın verdiği renkleri ölçü olarak kullandı. Adaletli bir şekilde taksimatı yaptı........................  




iSLAM Tarhi 1. cilt M. Asım KÖKSAL 

14 Şubat 2014 Cuma

SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİN DEDELERİ 2 (KRALIN YANINDA )




Siz buna karşılık ne diyorsunuz , dedi.
Nizar'ın oğulları biz sana gelmek için yola koyulmuştuk,
Mudar "Ben devenin bir taraftaki otları yiyip diğer taraftaki otları  yemeyince onun bir gözünün sağ diğerinin kör olduğunu anladım " dedi.
Rebia " Bende devenin ayak izlerinden birinin çok silik olduğunu görünce aksak olduğunu anladım " dedi.
İyad " Bende devenin tersini(dışkısını) yerde sabit olarak gördüm eğer kuyruğu olsa idi kuyruğunu sallayarak onu dağıtırdı" dedi.
Enmar " Bende baktım ki deve bir yerde otladıktan sonra ileride güzel otları atlayarak gitmesinden onun ürktüğünü anladım" dedi.
Ef'i devenin sahibine" bak gördün deven onlarda değil git deveni aramaya devam et" dedi.
Sonra Nizar'ın oğullarına sizler kimsiniz? diye sordu.
Onlarda babalarının anlaşmazlık halinde gitmemizi söylediği için buradayız dediler ve meseleyi uzunca anlattılar.
Ef'i Hizmetçilerinden en çok değer verdiğini çağırıp,misafirlerimizi al ve onlara bakımda hiç kusur istemiyorum ayrıca ağızlarından ne çıkarsa not et ve bana söyle dedi.
Hizmetli Nizar'ın oğullarını misafirhane ye yerleştirdi.
Kahya onlara tahta bir çanak içerisinde bal getirdi.
Yediler ve " Biz bundan daha güzel daha nefis daha lezzetli bir bal yemedik " dediler.
İyad " Doğru söylüyorsunuz ama keşke bal arısı o balı bir kafatasına yapmasa idi" dedi.
Uşak bu sözü hemen ezberledi.
Sonra uşak koyun kebabı getirdi. Yediler" biz bundan daha iyi, daha yumuşak, daha semiz bir koyun eti yemedik " dediler.
Enmar " Doğru söylüyorsunuz fakat keşke kebab edilen koyun köpek sütü ile beslenmemiş olsa idi" dedi.
 Sonra içecek getirdiler. İçtikten sonra " biz bundan daha berrak, daha saf, daha duru, daha güzel kokulu bir içecek içmedik" dediler.
Rebia " Doğru söylüyorsunuz fakat keşke bu içkinin asması kabir üzerinde bitmiş olmasa idi." dedi.
Sonra da " biz bu kraldan daha misafirperver birini ve bol nimet veren başka birini görmedik " dediler.
Mudar " Doğru söylüyorsunuz fakat keşke o adını taşıdığı babasından başkasının çocuğu olmasa idi " dediler.
Uşak söylenilenlerin  hepsi kayd etti. Ve herşeyi ayrıntılı bir şekilde Kral Ef'i ye anlattı.
Ef'i Nizar oğullarının söylediklerini işitince çok şaşırdı ve koşarak annesinin yanına gitti.................................................

13 Şubat 2014 Perşembe

SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZİN DEDELERİ_1 (DEHŞET VEREN ZEKA )

Resim alıntıdır..

Sevgili Peygamberimizin büyük  Dedelerinden  Nizar öleceği sırada oğulları Mudar, Rebia , İyad ve  Enmarı yanına çağırdı. Ve malları bölüştürmeye başladı. Mudarın elinden tutarak, kırmızı deriden çadır
ve renkçe ona benzeyen mallarım Mudar'ındır, dedi.  Nizar bundan sonra Rebia'nın elini tuttu ve Çift direkli şu kara çadır, Kara At ve renkçe ona benzeyenler Rebia'nındır,dedi. 
   Nizar bu defa İyad'ın elini tuttu ve kırçıl saçlı şu 
 Kadın kölem ve renkçe ona benzeyenler senindir, dedi.  Koyunlardan kırçıl, kısa bacaklı renkçe benzeyenleri İyad aldı. Nizar bundan sonra Enmar'ın elini tuttu. Şu Hımar On Bin Dirhem (Gümüş Para) ,arazi ve renkçe 
ona benzeyenler senindir, dedi.  Nizar en son evlatlarına bu taksimatta aranızda bir anlaşmazlık çıkarsa Necran Kralı Ef'i b.Ef'iyyülcürhimi'ye başvurmalarını vasiyet etti. O Size adaletli paylaşımı yapar,dedi.
Aradan fazla vakit geçmeden Nizar'ın oğulları arasında anlaşmazlık çıktı. 
Nizaroğulları meseleyi Ef'i ye anlatmak üzere hayvanlarına binip yola koyuldular. Necrana yaklaştıklarında Mudar otu henüz yeni yayılmış bir otlak mera görüp, 
"Bu otlakta yayılmış olan devenin muhakkak bir gözü kör", dedi.
  Rebia "hem de o devenin bir ayağı aksaktır", dedi.
İyad "onun kuyruğuda kesiktir" dedi.
Enmar "Hem de o ürkmüş kaçmıştır" dedi. 
Çok geçmeden hayvan üzerinde bir adama rastladılar. 
Adam " şuradan size doğru kaçan yitik bir deve gördünüz mü?" diye sordu.
Mudar" onun bir gözü körmü idi ?" diye sordu.
Adam " evet " dedi.
Rebia " o aksak mı idi ?" diye sordu.
Adam " evet " dedi.
İyad "onun kuyruğu kesik mi idi ?" diye sordu.
Adam " evet " dedi.
Enmar " o ürkmüş , kaçmış mı idi?" diye sordu.
Adam " evet " dedi. Vallahi bunlar benim devemin sıfatları dedi.. Siz benim devemin nerede olduğunu biliyorsunuz çabuk söleyin, dedi.
Nizar'ın Oğulları : Vallahi biz senin deveni görmedik, bilmiyoruz, dediler.
Adam : Devem sizin elinizin altında onun bütün özelliklerini biliyorsunuz, dedi. 
Ve adam Necrana kadar Nizar'ın oğullarını takip etti. Kral Ef'i nin tam yanına çıkacakları zaman: Efendim; Bunlar benim devemi aldılar ve devemi almadıklarına dair yemin ettiler.
Bana devemin sıfatlarını saydılar, sonrada görmedik dediler. 
Necran Kralı Ef'i Nizar'ın oğullarına döndü ve.............. 

kaynak;
iSLAM Tarhi 1. cilt M. Asım KÖKSAL 

12 Şubat 2014 Çarşamba

NET MESAJ...



Henry Ford Amerikan medyasının yıllardır en popüler  haber kaynağıdır. Gazeteler onunla röportaj yapabilmek için aylarca sırasını bekler.  
Amerikan ekonomisine kazandırdığı araçlar ile yerli sermeye noktasında milli  kahramandır. İş hayatından kalan zamanını ve parasını ailesi ile değerlendirir. Öyleki belli bir zaman sonra oğlu para ile satın almadığı  hiç bir şey kalmadığını düşünüp bunalıma girecek, para harcayacak yeni yerler arayacaktır. 

Aly ise  6 yaşında başlamıştı ilkokula. Yaşı  ve vücut yapısı küçük olduğu için 4. sınıfa kadar Annesi getirip götürmüştü okula . Lise hayatı Amerikanın sayılı kolejlerinden biri olan Paul.... Kolejinde geçmişti. 
Liseden sonra hayat hiçte istediği gibi gitmemişti. Onu çok seven ailesi  bile olanlar karşısında Aly'e karşı umutlatını tüketmişti. Aylarca  kendisine iş arayan Aly,  ne istediği gibi  bir iş ne de moralinin düzelmesine  vesile olabilecek bir durum olmuştu.
 Aly'nin  babası etrafında çok sevilen bir isimdir. Ayrıca nüfuzlu bir iş adamıdır. Henry ile oğlu Aly'nin buluşabilmeleri için bir randevu ayarlar.
Aly randevu günü sabah erkenden kalkar, tüm hazırlıklarını yaptıktan sonra vaktinden erken ulaşır buluşacakları yere.  
Henry  arabasındadır,  Aly'e arabaya binmesini söyler. Bi hayli yol aldıktan sonra sırayla insanların çok iltifat ettiği sıra sıra plazaları gezerler. Hnry delikanlı ile fazlaca konuşacak fırsatı bulamaz . son dükkanı ziyaretten sonra  tekrar araca binip yol alırlar. 
Semtin en ıssız ve kilometrelerce süren ormanlık alana gelirler ve Henry gençten arabadan inmesini ister....
 Aly arabadan indikten sonra saatlerce sürecek orman yolunda tek başında yol almaya başlar. Henry' nin neden böyle bir şey yaptığına akıl erdiremez. Çok sinirlenmiştir. İçinden hakarete varacak derecede lakırdılar eder. Şehir merkezine yaklaştığında yaklaşık 1 saatir yürüdüğünü fark eder. Ama bu gün yaşadıklarımda bir gizem var der kendi kendine. Koskaca ülkenin en iyi iş adamı bana böyle yapmasının bir sebebi var mutlaka der ve sabah ilk buluşmadan sonra gittikleri ilk plazaya girer. Tablo inanılmazdır. Müthiş bir lütuf ve ikram görür.
-- Efendim hoş geldiniz, Henry bey nasıllar acaba sorusu defalarca sorulur. Kendine geldiğinde duyduğu tek soru  efendim siz ne iş yapıyorsunuzdur.
Aly o gün bu sorunun cevabını veremez ama Henry nin verdiği mesajı alır.  Durumu iyi değerlendirir. Şu an ise Aly Fordun Dünya ya açılan kapısıdır. Tüm dünyaya ford yedek parçalarını pazarlar...... 


11 Şubat 2014 Salı

ASR VAKTİ

İKİNDİ NAMAZI




Hz. Allah Asr (ikindi)  vaktine yemin ederek, müstakil bir sure inzal etmiştir. İnsanların o vakitte dünya işleri ile çok meşgul oldukları için kazaya kalma ihtimali en fazla olan namazdır, ikindi. 
Süleyman A.S  atları ile bir ikindi vakti çok meşgul olarak ikindi namazını kaçırır. Allahü Tealaya günlerce tevbe eder ve kendini affettirmek için bütün atları keserek  fakir fukaraya dağıttırır.  İkindi namazının ehemmiyeti açısından asrı saadette yaşanan şu hadise durumu en iyi özetleyen tablodur.   
Bir gün Sevgili Peygamberimiz (S.A.V)' me bir kadın koşarak geldi. 
Ey Allahın Resulu ben çok büyük bir günah işledim , tevbe etsem Hz. Allah beni affeder mi, dedi. Peygamber A.S nedir, anlat bakalım buyurdu. 
Kadın; Efendim eşim cihada gitiğinde zina yaptım ve bu zinadan bir çocuğum oldu. Korktuğum için kimseye söylemeden çocuğu sirke bidon'unda boğarak öldürdüm ve o sirkeyi de sattım, çok pişman oldum, der. 
Sevgili Peygamberimiz çok üzgün ve mütessir olmuştur.  Bir insanın nasıl bu kadar zalim olabileceğini düşündüğü   halde, sinirlenerek, bu kadar bağırıp çağırmandan  bende ikindi namazını kaçırdığın için feryat ediyorsun zannettim, buyurur.


Kaynak: Alusi; Ruhul Me'ani Fi Tefsiril Kuranil Azim Ves Seb'il Mesani Tefsiri   Asr Suresi Tefsiri ;  


27 Ocak 2014 Pazartesi

dolandırıcı..




Kuşkusuz Berk  bey   Ülkenin  en saygın  ve  popüler savcısıdır. 90 'lı yıllara kara kabus gibi çöken ve tüm  ükenin başına bela olan örtülü ödenekle yolsuzluk davası Savcı Berk'tedir. Zamanın en modern ve rakipsiz dolandırıcısı Behçet SATAR'ın dosyası elindedir. 
Savcı Berk tüm ülkenin gözü kulağı olan ve  adeta onunla yatıp kakltığı dosyayı sabaha kadar titizlikle inceler. Heyacanlı olduğu kadar uykusuzdurda..
Behçet SATAR cezaevinde babalar gibi karşılanır. Hiç evini aratmayan bir rahatlık yanında ülke genelinde yaptığı nam ve onun etkisi ile gelen karizma... Keyfine diyecek yoktur...
Mahkeme günü geldiğinde Savcı Berk elinde sıkı sıkı tıttuğu dosya ile ilerlerken gazeteciler etrafını çevirir. Gazeteciler tarafından  Berk bey soru bombardumanına tutulmuştur... Her soruya cevap vermeye çalışır. Bir ara arkadaşlar mahkeme süreci devam ediyor derken, telefonu çalar.  Müsaede isteyerek telefona cevap verir..
Savcı Berk : Efendim 
Telefondaki ses : İyi günler ben Alman Focusx Gazetesi muhabiri Marcus Mall.
Savcı Berk : Buyrun..
Telefondaki ses :  Efendim Behçet SATAR'ın dosyası ve mahkeme süreci ile alakalı bilgi alabilmek için aramıştım.
Savcı Berk :  Şu an mahkeme sürecindeyiz.  Dosyası elimde ama onu kodeste daha fazla tutabilecek delilimiz yok maalesef.
Telefondaki ses : Tahminen ne kadar ceza alır efendim.
Savcı Berk :  Elimizdeki kısıtlı  ve yetersiz  deliller ile fazla ceza  alabileceğini düşünmüyorum.
Telefondaki ses : Peki çok teşekkürler, efendim iyi çalışmalar. Kolay gelsin.
Savcı Berk :  Sağolun.
Gerekli cevapları almanın rahatlığı ile Alman Focusx Gazetesi muhabiri Marcus Mall defalarca teşekkür ederek telefonu kapatmıştır. 
Telefon konuşması biten Savcı bey gazetecilere dönerek arkadaşlar duruşmadan sonra daha net cevaplar ile görüşürüz, der ve salona doğru ilerler. 
Bir gazeteci koşarak savcının yanına gelir. Savcı bey sizi kim aradığını biliyormusunuz der. Savcı Berk evet "Alman Focusx Gazetesi muhabiri Marcus Mall" der. 
 Ekmek parası için akşama kadar bin bir türlü tehlikeler atlatarak zor mesleğini sürdüren ve tabiri caizse Feleğin çemberinden  bir kaç defa geçmiş gazeteci Hasan : Efendim sizi  Behçet SATAR Cezaevinden aradı der. 
Savcı Berk duyduklarına inanamaz bir kaç defa sendeler, yıkılmamak için duvara yaslanır. Ayakta zor durmaktadır. Belli ki okul yıllarında kalede iken yediği gollerin tamamından fazlasını bir anda yemiştir. Konuşamaz. Yutkunur............  tek kelime çıkar ağzından "o kadar da değildir yaaa "der.

24 Ocak 2014 Cuma

HAŞHAŞİLER SON


Hasan Sabbah Fedai'yi yanına aldıktan sonra vazifesinin ne kadar mühim olduğunu anlatır. "Bu zehirli hançeri alacaksın  ve sultan melikşahı öldüreceksin" der.  Fedai tereddüt dahi etmez. Ucunda bir aslanı 5 dakikada öldürecek kadar   zehir olan hançeri alır ve kuşağına koyar. 
Günlerce yol alan fedai artık sultanın karargahına ulaşmıştır. 
Melikşahın gönderdiği elçi geri dönmüştür. Birlikteki askerler , elçinin  konuşmasında bir  tuhaflık olduğunun  farkına varırlar. Ancak Fedai, Hasan Sabbah'dan  haber getirdiğini   ve bu haberi yalnız Sultan Melikşah'a söyleyebileceğini söyler. 
Saatler süren uğraş neticesinde Sultanın huzuruna  varan fedai tek hamlede hançeri Melikşaha değdirmeyi başarır. Muhafızlar fedaiyi anında öldürürler fakat iş işten  geçmiştir. Sultan Melikşah vücuduna hızla yayılan zehir neticesinde soğuk terler dökmeye başlamıştır. 
Hekimlerin tüm müdahelelerine rağmen, Sultan Melikşah'ın veliahtı tahttadır artık. Selçuklu'da genel yas havası hakimdir. 
Görevli fedainin vazifesini yerine getirdiği haberi  Alamutta duyulunca Hasan Sabbahın keyfi yerine gelir.  Aynı süikasti zamanın en iyi veziri, Medreseden  arkadaşı Nizamülmülk'e de düzenler ve şehit eder. 
Türk İslam tarihinin iki dev ismi Haşhaşiler sebebi ile dünya sahnesinden çekilir. 
Tarih 1250 'lileri gösterdiğinde Doğudan çığ gibi büyüyen moğol tehlikesi Alamut Kalesinin kapı tokmaklarını çok sert bir şekilde çalar. Kale muhasara altında belli bir müddet dayanır, sonunda teslim olmak zorunda kalır. 
Kendileride farkın da mıdır? Bilinmez . Moğollar İslam dünyası için büyük tehlike ve ölüm saçan Haşhaşileri bitirirler. 
Alamut ve Hasan Sabbah tarihin tozlu raflarındaki yerini almıştır artık......  
Geride gözyaşı, süikastler , ölümler  ve bir miktarda haşhaş kalmıştır...        



23 Ocak 2014 Perşembe

HAŞHAŞİLER 3 (FEDAİLER)

HAŞHAŞİLER 3 (FEDAİLER)


Bizzat Hasan Sabbahın sınavından geçenler fedai olma yolundadır. Fedailer için 

 Alamut Kalesinde hazırlanan sahte Cennetle tanışma vaktidirartık. Fedailerden birine önce gerekli miktarda haşhaş verilir, daha sonra da  asansör vasıtası ile çok temiz bir ırmağın ortasında  taze içecek ve huriler  bulunan   cennete bırakılır. Uyandığında rüyalarda görebileceği ortam , tekrar haşhaş verilir ve arkadaşlarının yanına döner. Unutulmaz bir görsellik kalmıştır fedainin aklında. .. 
Sultan Melikşah teslim olmaları için  Alamuta elçi gönderir .
Hasan Sabbah elçiyi yanına alır ve fedailerden birini çağırır yanına , al şu hançeri  kendini öldür der. Fedai tereddüt etmez hemen yapar.
Sonra başka bir fedaiye çık şu kuleden atla ve direk cennete git der. Fedai durmadan çıkar ve boşluğa kendini bırakır. Hasan Sabbah elçiye döner ve Sultana söyle elimde binlerce fedai var . Gelsin gücü yeterse  beni alsın  der. 
Aradan bir hayli zaman geçer, Alamut, Hasan Sabbah ve Fedailer tam bir baş belası olurlar. Tüm cihanda meşhur olmuşlardır . 
Sultan yeniden elçi gönderir. Hasan Sabbah bu defa elçileri öldürür. Fedailerden birini çok iyi makyajlayarak aynen elçi kıvamına getirir. Fedaiden bir isteği vardır.......

22 Ocak 2014 Çarşamba

HAŞHAŞİLER 2 (ALAMUT KALESİ)


HAŞHAŞİLER 2 (ALAMUT KALESİ)


Bu tehlikeli kişi Hasan Sabbahın ta kendisidir. Önce Mısıra gider. Mısıra  Fatımiler  hakimdir. Şiiliği ilere derecede bilen  Hasan Sabbah hükümdarın başdanışmanı pozisyonundadır. Fakat kısa sürede yine yaramazlık yapar, Mısırdan kovulur.
Dünyanın bir çok ülkesini dolaşır. Hindistanda insanların kullandığı bir otu görür. Bu ot ile insaların ağrılarının dindiğini ve hiç bir şey hatırlamadıklarını öğrenir. 
Gerekli miktarda yanına alarak İrana döner, şii propagandası yaparak etrafına taraftar toplar.  Kuracağı krallık için bütün şartlar tamamdır artık.
Kendisine  lazım olan bir karargahtır. Onu da İranın kuzeyinde bulur; KARTAL yuvası yani ALAMUT KALESİ dir. Kaleyi ele geçirmesi tam bir zeka örneği ve karşı tarafı ne kadar ikna edici konuşması olduğunun ispatı niteliğindedir. 
Alamuta yaklaşır. Kapıda  bekçiler karşılar Hasan Sabbahı. Kale kumandanı ile konuşmak istediğini  söyler. Çağırırlar komutanı; 
Hasan Sabbah elindeki sığır derisini göstererek bu derinin kapladığı alanı bana ver kaç altın istersin der.
Komutan gülerek deli olduğunu düşünüp bi kese altın yeter, der.
  Hasan Sabbah bir kese altını verir ve deriyi elindeki kamayla çok ince bir şekilde keserek uzatır. Kalenin etrafını deri ile çevirir. Alamut Kalesi yani Kartal Yuvası artık İsmailiyye Devletinin ve de  Hasan Sabbahın karargah  merkezidir. 
Dünyada ve özellikle orta doğuda stratejik planlar alt üst olmuştur. Dai, Fedai , Hasan Sabbah, İsmailiyye isimleri kulaktan kulağa fısıltı değil, gür bir ses ile söylenir olmuştur. 
Dünyanın her tarafından güçlü, gözü kara yiğitler  dünyada cennete ulaşmak için Alamuta gelirler. İlk eğitim yaklaşık 6 ay sürer, dayanabilenler için yolculuk başlamıştır......  

21 Ocak 2014 Salı

HAŞHAŞİLER 1

HAŞHAŞİLER KİMDİR?


Haşhaşileri tanımadan  önce ,
 Hasan Sabbahı ve Alamut kalesini  iyi tanımamız lazım..
 3 arkadaş okul hayatına atılırlar.
 3 zıpkın gibi  delikanlı 
3 kafadar,   gözlerinden şimşekler çakan zeka tablosu..
Medrese hayatı boyunca sürekli birbirleriyle yarışırlar.
 İçlerinden biri sürekli devletin sıhhat ve selameti için neler yapılabilirim düşüncesindedir.
  Bir diğeri nerede boş iş var o orada , diğer arkadaşları derse çalışırken onun aklı fikri başka yerdedir. Ama üstün zekası ile aradaki farkı çok hızlı kapatır.
Bir diğeride haset, fesat işlerdedir. Sürekli arkadaşlarını kıskanır.  İkisinin adı hasan birinin adı ömer dir.
Yıllar sonra 3 arkadaş tekrar karşılaşırlar. Hasanlardan biri dünya döndükçe hizmetleri ile anılacak canlı eserler bırakacak, dünya gündeminin seyrini  selçuklu yönünde etkileyecektir.
Ömer Astronomi ve Matematik alanında insanlık tarihinin yüzyıllar boyu alacağı mesafeyi çok kısa sürede alır ve köşesine çekilir, kendisini rubai yazmaya  ve şaraba verir. 
 Diğer Hasan mı nerede? Tam bir baş  belası olmuştur. Tüm dünya için potansiyel bir tehlikedir artık.    

DİĞER YAYINLARIM..